Ali Rıza KURT'u Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

 

 

Hüseyin Kurt: (Ağabeyi)

"Halkımız yiğit bir komutanını şehit verdi.”

Ali Rıza, ailemizin 4. çocuğu olarak doğdu. Çocukluğundan bu yana haksızlığa tahammül edemezdi. Haksızlık yapan en yakın arkadaşı dahi olsa, onunla kavga eder, genellikle de döverdi. O yüzden evimize çocuğu dövülmüş anneler, Ali Rıza'yı şikayet etmeye gelirlerdi. 70'li yılların sonlarına doğru ülkenin' her yanında artan faşist saldırılar aynı oranda Merzifon'da da artıyordu. Bu faşist saldırıları durdurmak için yapılan bir cezalandırma eyleminden sonra ben aranır duruma düşmüştüm. Bu eylemden hemen sonra eve gelerek evdeki silah vb. araçları da götürmüştüm. Daha sonra eve gelen polisler babamı gözaltına alıyorlar. Akşam eve gelip de babamın gözaltına alındığını öğrenen Ali Rıza o hırsla evden çıkıyor, üzerinde tırnak çakısı bile olmamasına rağmen karakolun kapısındaki bekçiyi bir yana savurup babamın işkence gördüğü odaya giriyor ve babamı işkece-den kurtarıyor. O andan sonra şaşkınlıklarını üzerinden atan polisler, kardeşimin silahsız olduğunu da anlayınca, üzerine çullanıp dışarı atıyorlar. Dışarı atıldıktan sonra da oradan babamı almadan gitmiyor. Beş dakika sonra da babamı serbest bırakmak zorunda kalıyorlar. Karakolun baş-komiseri yanındakilere "iyi ki yanında silah yokmuş. Yoksa hepimizi teslim almıştı." diyerek yenilgisini kabul ediyor.

O zaman Ali Rıza 15 yaşında idi. Bu olaydan 10-I5 gün kadar sonra ise; yine bir akşam bir yerde görüştükten sonra ben Kalacağım eve, o da evimize gitmişti. Ancak, benim eve gelebileceğimi düşünen polis, çevrede pusuya yatmış olarak beklerken Ali Rıza'yı çeviriyorlar. Ve 'nereden geldin, abin nerede?' gibi sorular sormaya başlıyorlar.

Onlara cebindeki çakı bıçağıyla saldırarak yanıt veriyor. Polislerden (komiser olanın) birinin göğsünü çizdiriyor. Polisler hazırlıklı olduklarından Ali Rıza'yı etkisiz hale getirip karakola götürüyorlar. Orada yerimi söyletmek için yapılan işkenceler karşısında yanıtı hep aynı oluyor: "Evet abimle görüşüyorum, yerini de biliyorum. Ama size söylemiyorum" O günün sabahına kadar gördüğü işkence karşısında yanıtı hep aynı oluyor. Gündüz savcılığa çıkarılıyor. Polise saldırmaktan tutuklanıyor. 1 aya yakın tutuklu kaldıktan sonra dışarı çıkıyor. Faşist saldırılar bu arada kat be kat artmaktadır. Alevi ve Sünni halkın birlikte yaşadığı her yerde faşistler katliamlar tezgahlamaktadır. Merzifon da böyle Alevi Sünni halkın birlikte yaşadığı bir yerdir. Ancak Devrimci Sol'un faşist odakları dağıtma eylemleri sayesinde Merzifon'da bu tezgahı kuramıyorlar. Bu tezgahı bozanların en başında da Ali Rıza geliyordu. Yaşının küçük olmasına rağmen, ataklığı, cesareti ve'cüretiyle hem mahalle halkının, hem de diğer solun güvenini ve sevgisini kazanmıştı. 12 Eylül gelince, gözalttna alındı. 3 aya yakın Merzifon Hava Üssü'nde, Suluova Et Kombinası'nda yoğun işkenceli sorgulardan geçirildi. Ancak tek kelime bile ifade alamadılar. Bu yüzden işkenceci bazı subayların da takdirini kazanmış. 2 yıla yakın kaldığı bu tutukluluk süresi içinde onun istediklerini, 12 Eylül genelgelerine rağmen karşılamaya çalışmışlardır. 2 yılın sonunda da tahliye olup, okuluna kaldığı yerden devam edip, liseyi bitiriyor, aynı yıl İ.Ü. Edebiyat Fakültesi'ni kazanıyor. Ailemizin ekonomik durumu çok zayıf olduğundan İstanbul'da hem çalışıp, hem okumak zorunda kalıyor. İlk aylar Beyazıt'ın bitli-pireli otellerinde kalırken, daha sonra Ali Aygül'le birlikte kalmaya başlıyor. Bu yıllarda ben de cezaevinden çıkmış, askere gitmiştim. Ali Rıza o olanaksızlıklar içinde hem çalışıyor, hem de evin ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra bana da para gönderiyordu.

Askerliğim bittikten sonra ben de İstanbul'a onun yanına gittim. Ali Rıza, Ali Aygül, Hamdi Aygül hep beraber kalıyorduk. Ali Rıza bu sırada İstanbul dışına pazarlamacılığa çıkıyordu. O pazarlamada iken polisten operasyon yiyip, Ali, Hamdi ve ben gözaltına alınmıştık. Bir gün sonra Hamdi ile ben bırakıldık. Evin polis denetiminde olduğunu düşünerek eve gitmedik. Ali Rıza'yı bulup, ayrı bir eve taşındık. Bu evde kalırken ben tutuklandım. Ben tutuklandıktan sonra Ali Rıza'da pazarlamacılığı bırakıp okuluna devam etmeye başladı. Kısa süre içinde öğrenci hareketinin önderlerinden biri haline geldi. 1 Aralık Basın Yayın Yüksek Okulu işgalinin baştan sona yöneticisi, savaşçısıydı. Panzerin üzerine attığı molotofun yanışını anlatırken gözleri parlardı. O gün polis çemberini yarıp kurtuluşunu arkadaşları gıpta ederek anlatırlardı. Bu işgal eyleminden sonra da DEV-GENÇ'in bütün eylem ve forumlarında hep önde yer aldı. Bu yüzden polisce de öldürülmek istendi. Bir kez okul çıkışında kurşunladılar. Ama o soğukkanlılığı ve ataklığı sayesinde kurtulmayı başardı, Daha sonra bir çanta dolusu pankartla kaçırılıp kaybedilmek istendi. 3 gün boyunca gözaltında olduğunu kabul etmediler. En son Güneş Gazetesi aracılığıyla gözaltında olduğunu kabul ettirebildik. Burada da çok yoğun işkence görmesine rağmen ifade alamamışlardı. Bu gözaltından sonra bir süre tutuklu kaldı. Dışarı çıkınca evde yalnızca 1 gece kaldı. Ondan sonra bazen gündüzleri evde ya da başka yerlerde görmemize rağmen çoğu zaman görüşemezdik. Ancak ben de ailemiz de biliyorduk ki, o halkı için mücadele ediyor. Onun için hiç sormazdık nerede olduğunu. Çocukları çok sever, gittiği yerde çocuk varsa, elinde yol parası dışında parası yoksa bile, o parayla çocuklara çikolata vb. alır, gideceği yere yürüyerek giderdi. Benim evlenip, çocuklarımın olmasını çok isterdi. "Haydi biraz çabuk ol da, bana 'amca' diyen yeğenlerimi de göreyim" derdi. Ablamın çocukları da onu çok severlerdi. En küçük yeğenimiz 1993 yılında dayısı Aydın Cezaevi'nde yatarken bir şiir göndermişti. Şiir şöyleydi:

"Bir arslan yatar

Aydın cezaevi'nde

boyun eğmemiş bugüne

dek kimseye

boşuna değil çektikleri acı;

katlandıkları işkence

o ve tüm yoldaşlarıyla canlarını koydular

bu umuda

her şeyi bizler için yaptılar gelecekte şimdiki gibi

ezilmememiz için

(-)"           

Şiirde küçük yeğenimizin de söylediği gibi, o şimdiye dek kimseye boyun eğmedi. Acılar, işkenceler gördü. Ancak hiç yenilmedi. Tüm gücüyle savaştı. Savaşmak için Buca zindanını yarıp çıktı. O'nu alçakça katlettiler, ancak yenemediler. Kısaca söylemek gerekirse; halkımız yiğit bir önderini, komutanını şehit verdi. O birçok kişiye de ad olacak, onun yiğitliği ve kahramanlıklarını dinleyerek büyüyecek çocuklarımız. Onu katledenler ise yoldaşlarının namlularından kaçamayacaklar...

 

***

 

Melek Kurt (Annesi)

“Yiğidimin Elinde bir silah olsaydı da...”

Bana olmadık hakaretler, olmadık küfürler ettiler. Hayatımda duymadığım küfürler ettiler bana. Başımı eğemediler. Ben 9 çocuk anasıyım," ama bu sadece fiziki olarak böyle. Bütün çocuklar benim çocuğum dedim. Benim çocuğum insanlık için öldü dedim. Benim çocuğum dürüst insanların ağa-beysi, kardeşi, yoldaşı, benim oğlum mutlu bir dünya kurmak için çabalıyordu. Nefsi için, yer için, zorbalık için çalışmıyordu. Benim oğlumu kancıkça, kalleşçe öldürdüler, ama benim oğlum ölmedi. Benim oğlum ölmeyecek yaşadığım sürece...

Benim ayağım burkuldu, ayakkabım çıktı, köpek önüme ayakkabımı attı "Al orospu ayakkabını giy" dedi. Ben aldım ayakkabımı giydim, Ben orospu değilim dedim, ben 9 çocuk anasıyım, babası da belli, ben de belliyim, ben o lafı senin anana da söyleyemem ama sizin gibilerin anasıdır dedim. Benim anamı ağzınıza alamazsınız dedi. Bir tane indirdi, seni dirim dirim ederim, parçalarım dedi. Yaparsın her hareketi yaparsın dedim, senden umulur dedim, ama benim oğlum senin anana yapmazdı bunu dedim. Bana, bu katili doğuracağına taş do-ğursaydın dediler. Biri de o oğlundan gurur duyar dedi. Gurur duyuyorum, benim oğlum o dedim, insanlık namına öldü dedim, benim oğlum doğru yoldaydı dedim, sizin gibi kalleşçe yaşamadı dedim. Her türlü hakareti, küfür ettiler bana, 3 kızıma da aynını yaptılar. Onlara da küfürlerde hakaretlerde bulundular. Sizin çocuklarınız bizi sevmiyorlar dediler. Ben de, elbette sevmezler dedim, bizi bile durduğunuz yerde dövüyorsunuz dedim. Ne dövmesi vurmuyoruz, diye alay ettiler. Ben hiçbir zaman korkmayacağım, yılmayacağım. Ben çocuğumun mücadelesini yapacağım. Benim oğlumun adını çocuklara koyacaklar.

Bir de bir cemevinin başkanımıymış neymiş, bizim oğullarımızın cenazelerinin cemevlerine alınmaması gerektiğini söylemiş. Orası peygamberinmiş. Hayır gideceğiz. Cemevi benim, bu topraklar da benim. Her yer bizim. Bu topraklar insan olanların toprağı, insan olmayanların toprağı değil.

 

(Ali Rıza Kurt'un Ağabeyi ve annesinin anlatımları, 5 Ağustos 1995 tarihli zafer yolunda Kurtuluş dergisinin 4. sayısında yayınlanmıştır.)

 

***

 

Bergama Hapishanesinden 20 Yaşındaki Bir Yoldaşının Anlatımı:

Kendisini 95 yılının Mart ayında hapishanede tanıdım. Her zaman insanı etkileyen bir havası vardı. Yürüyüşü, konuşması, kendine güvenli duruşu insanı kendi başına örgütlemeye yeterdi.

Birgün arama sırasında kameralı bir kişinin kendisiyle röportaj yaparken sorduğu soruların nasıl aldatmacalı olduğunu bize anlatmıştı. Kendisine sorulan "Türkiye Hapishanelerinde mi kalmak istersiniz, yoksa yabancı ülkelerdeki hapishanelerinde mi kalmak istersiniz" sorusuna "hiç farketmez" yanıtını verdiğini söylemişti. Sebebini de şöyle açıklamıştı :"Eğer yabancı ülke hapishanesinde kalacağımı söylersem, bak P-C'nin komutanı rahat bir cezaevinde rahat yaşamak istiyor deyip bizi farklı yansıtacaklardı... Eğer Türkiye hapislanelerinde kalacağımı söyleseydim, bunu da şöyle yansıtacaklardı' Bunlar hapishanelerde rahat yaşıyorlar ve burada kalmak istiyorlar' diyecekti. Yaşanan hak alma eylemlerini boşa çıkarmaya çalışacaklardı. Bu yüzden 'hiç farketmez' dedim."

Her zaman etrafındaki insanlara bir şeyler vermeye onları eğtmeye çalışırdı. Birgün sohbet ettiği arkadaşlara Kır Gerillası ve Şehir Gerillası hakkında şunları söylemişti; "Birisi düşman takibinde bir kayanın arkasına gizlenir, birisi de bir sokağın köşesinden dönerek izini kaybettirir" demişti.

Her zaman pratik ve zekice düşündüğünü hataları hiç sevmediğini konuşmalarından anlardınız.

25.05.1998

BERGAMA

 

***

 

Bergama Hapishanesinden 23 yaşındaki bir yoldaşının anlatımları:

 

92 yılının Kasım ayında tutuklanarak Buca Hapishanesine gittim. Koğuşa gittiğimde tüm yoldaşlar 36 gündür açlık grevindeydi. İçeriye girdim, sarılıp, biraz sohbet ettikten sonra bana “seni komutan çağırıyor 6 koğuşa git” dediler. Gittiğimde pos bıyıklı, sert bakışlı ama bir o kadar da rahat konuşan birisiyle karşılaştım. Biraz sohbet ettikten sonra bana hemen koğuşun kurallarını saydı ve yaşamı anlattı. Disipline önem verdiği bu konuda hiç taviz vermeyeceği açıktı. Bana yaşımı sordu ve "18 yaşından küçüklere sigara içirmiyoruz, senin de yaşın küçük olduğu için sana da veremeyeceğiz" dedi. Bir süre sonra Açlık Grevi zaferle sonuçlandı ve halaylarla, marşlarla kutlandı. Zafer sonrası yapılacak Metris pastasını Komutan kendi elleriyle yaptı. Aynı şekilde her Açlık Grevi sonrası yapılacak çorbayı kendisi yapar yoldaşlarına çok önem verirdi.

Ondaki yoldaş sevgisini görmek beni çok etkilemişti. İlerleyen günlerde daha sıcak bir ilişki kurduk ve ben de iyice Hapishaneye alıştım. Komutanın sürekli işi oluyor ya avukat ya diğer koğuşlara gidiyor fazlaca göremiyordum. Ben onu ne zaman havalandırmada tek başına görsem hemen yanına koşuyor, fırsat bu fırsat iki volta atayım diyordum. Sohbeti çok doyurucu, motive edici ve devrime bağlayıcıydı. Espri yapmasını çok severdi fakat eğer kızmışsa yanına yaklaşmak zordu. Özellikle maçlarda kahkahası ortalığı çınlatırdı. Bunun yanında görüşlerde onunla konuşup etkilenmeyen aile yoktu. Aileleri öyle etkiliyordu ki tüm aileler kendi görüşçüsünden önce Komutan'a bakıyordu. Abim de o zamanlar sürekli görüşüme geliyor Komutanla görüşüyordu. Komutan da onunla sohbet ediyor, eline bir Mücadele Gazetesi vererek gönderiyordu. Kısa bir süre sonra abim de artık bir Devrimci Sol'cuydu. Abim daha sonra Hapishaneye girerek 21 Eylül Buca katliamında gazi oldu.

Komutan sabah sporlarını hep kendisi yaptırır, kaçmak isteyenleri ise affetmezdi. Gelir başına dikilir ve spor kıyafetlerini giyindirerek çıkarırdı.

... Dört ay yattıktan sonra tahliye oldum ve polis tarafından gözaltına alındım. Polis bana sadece Komutanı soruyor ve onun hapishanede olduğunu bildiği halde isminden dahi korkuyordu. Ali Rıza Komutan'ın hala ailem, çevrem ve bendeki etkisi büyüktür. Küçük yeğenim görüşüme her geldiğinde komutanı anlatarak bitiremez.

 

***

 

"DEVRİMCİ SOL SAVAŞÇISIYIM SİZE VERECEK HİÇBİR

ŞEYİM YOK"

 

"Abimle görüşüyorum, yerini de biliyorum. Ama size söylemeyeceğim".

Bu sözler Ali Rıza Kurt'un henüz 15 yaşındayken işkencecilere verdiği cevaptır. İşkenceciler Ali Rıza'nın önünü kesip yoldan gözaltına alırlar. "Abin nerede ?" sorusuna Ali Rıza üzerinde bulunan çakı bıçağıyla cevap verir. Abisinin yerini söylemek için sabaha kadar uğraşırlar ama onun verdiği cevap tektir. Bu cevap Ali Rıza'nın bütün yaşamının ve kişiliğini belirler.

12 Eylül cuntasının en ağır işkencelerine karşı direnir bu genç beden. '80 döneminde Merzifon Hava Üssü'nde 3 ay süren işkenceli sorgular ona boyun eğdiremez. Ali Rıza tutuklanıp 2 yıl hapis yatar. Tahliye olduktan sonra okuluna devam eder ve liseyi bitirir. Daha sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ni kazanır. Kısa sürede Dev-Genç yöneticilerinden biri olur. '90 atılım yıllarında, Dev-Genç'in örgütlediği her eylemde Ali Rıza yönetici olarak yerini alır.

Ali Rıza İstanbul Üniversitesi merkez kampüsündeyken bir haber gelir. Faşistler Basın Yayın Yüksek Okulu'nu basmıştır. Hemen yoldaşlarını alıp okula gider. O ana kadar Hamiyet tek başına faşistlere tavır almıştır. Ali Rıza'nın da gitmesi ve müdahalesiyle 1 Aralık İşgali başlatılır. Ali Rıza direnişte en ön saflarda olmanın yanısıra yoldaşlarına pankart ve molotofların hazırlanmasını öğretmesiyle de bir öğretmendir.

Bir Dev-Genç'linin ataklığına, cesurluğuna, militanlığına ve soğukkanlılığına sahiptir. Bu yanlarından dolayı polisler onu özellikle hedef seçmişler. Hatta bir forum sırasında üzerine ateş açmışlar; Ali Rıza ataklığı sayesinde vurulmaktan kurtulmuştur.

Ali Rıza Yeni Çeltek katliamını protesto eyleminde otuz pankartla yakalanır. Yine direnişiyle düşmanı rezil eder. Düşman gözaltında bulunan diğer insanları etkilememesi için hücrede onu herkesten ayrı tutar; insanlarla konuşturmamak için ellerinden geleni yaparlar. Bu gözaltından sonra Ali Rıza tutuklanır ve kısa bir süre sonra yine tahliye olur.

Tahliye olduktan sonra daha büyük görevlere talip olur. O, artık bir SDB savaşçısıdır. İstanbul'da başarılı birçok eylemin içinde o da vardır. '91 yılında Eskişehir SDB Komutanlığına atanır. Yine aynı yıl İzmir SDB komutanlığında görevlendirilir. Ali Rıza ve yoldaşları görev yerleri olan İzmir'e yeni gelmişlerdir ve yerleşmeye çalışmaktadırlar. Önce ev tutmaları gerekir. Ali Rıza ve Hamiyet bir emlakçıya giderler.

- Ev mi arıyorsunuz? Yeni evlisiniz galiba, diye sorar emlakçı. Onlar da bu senaryoyu devam ettirir. Ve emlakçıyla sohbet etmeye başlarlar. Sohbet uzadıkça uzar. Bir ara emlakçı;

- Ben emlakçılık yapacak adammıydım çocuklar. Eskiden polistim. Adamın biri sorguda ölünce bu işi yapmak zorunda kaldık işte, diyerek işkenceci, katil yüzünü açığa vurur. Bunun üzerine Ali Rıza belli ettirmeden sohbeti özellikle uzatmaya çalışır. Polisin adını ve işkencede kimi katlettiğini öğrenir. Polisin adı Ahmet Kaya'dır ve yoldaşımız Ömer Aydoğmuş'un katilidir. Önce silahını çekip işkenceciyi cezalandırmayı düşünür. Ama önce hareketi bilgilendirip, onay almak gerekmektedir.

Hemen hareketten izin isterler. Bu arada da boş durmazlar. Eylemi planlayıp, istihbaratı iyice netleştirirler. Arada bir de emlakçıya uğrayıp, şüphe uyandırmamak için dostmuş gibi bir izlenim yaratırlar. Hareketten bekledikleri izin nihayet gelir. Ertesi gün, sabah gidip hesabı bitireceklerdir.

Emlakçı dükkanı açmış, masada oturmaktadır. Ali Rıza ve Hamiyet arka arkaya girerler içeriye. İşkenceci her zamanki gibi ayağa kalkıp ;

- O hoşgeldiniz, diye karşılar onları.

- Bu defa hoş gelmedik. Bu sefer eski bir hesabı görmeye geldik işkenceci. Ömer'i katlederken de böyle sırıtıyor muydun şerefsiz? Bugün yoldaşlarımızın hesabını sormaya geldik, der ve basar tetiğe Ali Rıza.

O, bir yönetici, komutan ve savaşçıdır. Halkın adaletini uygulayan ve hesap sorandır. 15 yaşında gözaltında direnirken, bu halk düşmanına silahını doğrulturken onu belirleyen yan faşizme duyduğu kin savaşma isteği ve inatçılığıdır. Bu yanları sonraki süreçlerde yaşamını ve olaylara karşı koyduğu her tavrını etkileyen yanlarıdır.

Yine tarihe geçecek bir eyleme imza atacaklardır. Ve yine yanında Hamiyet vardır. İşkencecilerin cezalandırılması eylemine giderler. Silahlarını çekip ateş etmeye başlarlar. Halk düşmanlarının karşılık vermesi üzerine çatışma başlar. Hamiyet yaralanır. O, Hamiyet'i yaralı düşmana bırakmak istemez ve götürmeye çalışır.

- Dayan Hamiyet, kendini bırakma, yaslan omuzuma, birlikte çıkacağız. Daha kaç eylem yapacağız dayan. Sen ki onlarca faşiste meydan okudun hadi kalkmaya çalış yoldaşım, der Ali Rıza.

- Beni bırak sen git komutanım. Sen halkımıza lazımsın, cevabını verir Hamiyet.

Evet Ali Rıza bir komutandır. Savaşçıları ona güven duyar. Hamiyet, savaşı sürdüreceği inancıyla "git" der Ali Rıza'ya. Ali Rıza, Hamiyet'i bırakmaz. Çünkü o yoldaşıdır ve hareketinin kendisine emanetidir.

İşte bu, yoldaşlıktır. Bu, yoldaşını koruma, kollama isteğidir. İkisinin birbirlerine verdiği bu cevapta yoldaş sıcaklığı, yoldaş sevgisi ve vefa vardır. İkisi de orada, o yerde birbirlerine yaşatmak için canını verecek denli fedakardırlar.

İşkenceci katiller Hamiyet'i katlederler. Ali Rıza ise yaralı olarak yakalanır. Direnmemesi için ellerini arkadan kelepçelerler. Ama o bu durumda bile zafer işareti yapacak kadar direngendir. Ali Rıza'nın bu resmi gazetelerde çıkar ve bu resim belleklere kazınan bir direniş sembolü olur. Hemen yaralı haldeyken şubeye götürülür.

Şimdi Ali Rıza için Hamiyet'in direngen tavrına yeni halkalar ekleme zamanı gelmiştir.

- Konuş, der işkenceciler, en acımasız, en hayasız işkenceleri yaparlar.

- Devrimci Sol savaşçısıyım. Size verecek hiçbir şeyim yok, der Ali Rıza ve ağzından başka söz çıkmaz. Çünkü o sözüne sadık, ser veren ama sır vermeyen Devrimci Sol savaşçısıdır. O, Devrimci Sol'un direnme geleneğinin şubede boy verecek bir tohumudur. Bunun için direnir. İzmir polisine, işkencecilere unutamayacakları derslerini verir.

Fiziki işkenceyle sonuç alamayan işkenceciler bu kez de psikolojik işkenceyle sonuç almaya çalışırlar. Ve 16-17 Nisan katliamını kullanarak , "bitirdik oğlum sizi. Dayınız, Sinan Kukul'unuz, hepsini öldürdük" derler. Ali Rıza'nın cevabı yine hazırdır " bizi hiçbir zaman bitiremezsiniz. Bu ülkeyi size dar edeceğiz." der.

Evet, Devrimci Sol bu ülkeye kök salmıştır. Usta ellerle atılmıştır bu hareketin temeli. Destanlar yaratanlar vardır, Ali Rıza gibi. Kuşatmalarda umudun adı kanla yazılmıştır duvarlara. Bu hareketi bitirecek bir güç yoktur. Çünkü halkın içinden çıkmış, halkla bütünleşmiştir Devrimci Sol. Bunu bilir ve inanır Ali Rıza.

Daha sonra tutuklanarak Buca Hapishanesine gönderilir. Artık hapishanelerin de bu cesur yüreğin, eğilmeyen başın direnişine tanık olma zamanı gelmiştir.

Darbe ihanetinin yaşandığı yıllarda Buca hapishanesindedir Ali Rıza. Darbecilik ihanetine tereddütsüz tavır alır. Hareketi ve önderliği sahiplenir.

Ali Rıza'nın hapishane hayatında birlikte özgürlük tutkusu da başlar. Daha hapishanedeki yaşamı bir yılı doldurmadan 23 metre uzunluğunda bir tünel çıkar. Ali Rıza bu tünelin ustasıdır. Ama patlak vermesi onun özgürlük tutkusuna engel olamaz. Çıkan bir açıklamada, "Bir gün mutlaka dağlarda, kentlerde ama mutlaka cephelerde görüşeceğiz" sözü vardır. Savaşa ve özgürlüğe sevdalı bir beyinden çıkmıştır bu söz. Bu Ali Rıza'dır.

Tüneli bulan düşman Buca Hapishanesi'nde terör estirir. İçlerinde Ali Rıza ve Ölüm Orucu şehitlerimizden Müjdat Yanat'ın da bulunduğu 6 kişi hücrelere atılarak tecrit edilir. Ve bu saldırının karşısında aldıkları tavır yine Ali Rıza'ya yaraşır tavırdır. "Yoldaşlarımızın yanına gidene kadar açlık grevine gidiyoruz"

Bir gün mutlaka sözü gerçekleşmeliydi artık. Temmuz '95'te bir kez daha özgürlük eylemi örgütlenir. Bu defa eylem başarıyla sonuçlanır. Ve üç yoldaşıyla duvarları aşarak özgürlüğüne kavuşur. Düşman onca önlemlerine rağmen Ali Rıza'nın özgürlüğe kavuşmasını engelleyememiştir.

Düşman kinli, öfkeli ve korkmaktadır. Daha üç yıl önce hapse atarak "kurtulduk" diye düşündükleri Ali Rıza dışarıdadır.

Bu korkuyla sağa-sola azgınca saldırmaya başlarlar. Hapishanede kalan yoldaşlarına, onu seven halkına saldırırlar. Operasyon üzerine operasyon yaparlar.

27 Temmuz gecesi Ali Rıza'nın kaldığı ev düşman tarafından kuşatılır. Ali Rıza silahsızdır. Ama düşman pervasızdır ve çareyi Ali Rıza'yı katletmekte bulur.

Çünkü Ali Rıza işkencehanelerde işkencecileri dize getiren, hapishanelerin faşist yönetimlerine direnişlerle boyun eğdirenlerdendir. Buca Hapishanesi'ni savaşın bir mevzisi haline getirilmesinde onun emeği tartışılmaz. Dev-Genç'in militan önderi, SDB'lerin yiğit komutanı hapishanede de bu misyonla hareket etmiştir. Mahkemelerde Ali Rıza yargılanan değil, yargılayandır.

Herkes tanıyordu onu. Kimileri hiç yüzünü görmemişti. Ama herkes adını duymuştu. "Yaralıyken zafer işareti yapan komutan"dı o. O, yarattığı kahramanlıklarla halkımıza tanıtmıştır kendini. Çoğu zaman birçok kişinin sohbetlerinde "Ali Rıza da vardı o işgalde. Onun olduğu yerde bambaşka olurdu eylemler", “Ali Rıza Kurt gibi olacak benim oğlum" şeklinde konuk olmuştur Ali Rıza.

Dolu dolu bir yaşamdır Ali Rıza'nın yaşamı. Ve bu yaşama layık bir biçimde şehit düşmüştür.

"Ali Rıza yarın geliyor. Nurtepe'ye haber veremedik" diye üzülüyordu Senem yoldaşı. (Senem Adalı) "O haberini kendisi verdi üzülme" diyordu Muharrem yoldaşı (Muharrem Karakuş). Doğruydu Ali Rıza'nın şehit düştüğünü öğrenen her mahalli birim çoktan hazırlığını yapmış, duvarları sloganlarla donatmış, gelmesini bekliyordu. Düşman da görmüştü bu sahiplenmeyi. O da yapmıştı hazırlıklarını. Ertesi gün azgınca saldırdı cenazeye katılan kitleye. Çünkü korkuyorlardı, Ali Rıza'nın dirisinden korktukları gibi ölüsünden de. "Senin oğlun katil" diyorlardı Melek anaya işkence yaparken. Ve haykırdı Melek ana, katil sürürünün yüzüne, "Yiğidimin bir silahı olsaydı yanaşamazdınız O'nun yamacına. Oğlumla gurur duyuyorum. Katil sizsiniz" diye. Ve şimdi yükseltiyor yeni Ali Rızalar devrim bayrağını. Ve şimdi Ali Rıza "Dağlarda, kentlerde, cephelerde" savaşan yoldaşlarıyla omuz omuza.

 

 

Geri