Ali
Rıza KURT'u Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:
Hüseyin Kurt: (Ağabeyi)
"Halkımız yiğit bir komutanını
şehit verdi.”
Ali Rıza, ailemizin 4. çocuğu olarak doğdu.
Çocukluğundan bu yana haksızlığa tahammül edemezdi. Haksızlık yapan en yakın
arkadaşı dahi olsa, onunla kavga eder, genellikle de döverdi. O yüzden evimize
çocuğu dövülmüş anneler, Ali Rıza'yı şikayet etmeye
gelirlerdi. 70'li yılların sonlarına doğru ülkenin' her yanında artan faşist
saldırılar aynı oranda Merzifon'da da artıyordu. Bu faşist saldırıları
durdurmak için yapılan bir cezalandırma eyleminden sonra ben aranır duruma
düşmüştüm. Bu eylemden hemen sonra eve gelerek evdeki silah vb. araçları da
götürmüştüm. Daha sonra eve gelen polisler babamı gözaltına alıyorlar. Akşam
eve gelip de babamın gözaltına alındığını öğrenen Ali Rıza o hırsla evden
çıkıyor, üzerinde tırnak çakısı bile olmamasına rağmen karakolun kapısındaki
bekçiyi bir yana savurup babamın işkence gördüğü odaya giriyor ve babamı işkece-den kurtarıyor. O andan sonra şaşkınlıklarını üzerinden
atan polisler, kardeşimin silahsız olduğunu da anlayınca, üzerine çullanıp
dışarı atıyorlar. Dışarı atıldıktan sonra da oradan babamı almadan gitmiyor.
Beş dakika sonra da babamı serbest bırakmak zorunda kalıyorlar. Karakolun
baş-komiseri yanındakilere "iyi ki yanında silah yokmuş. Yoksa hepimizi teslim
almıştı." diyerek yenilgisini kabul ediyor.
O zaman Ali Rıza 15 yaşında idi. Bu olaydan 10-I5
gün kadar sonra ise; yine bir akşam bir yerde görüştükten sonra ben Kalacağım
eve, o da evimize gitmişti. Ancak, benim eve gelebileceğimi düşünen polis,
çevrede pusuya yatmış olarak beklerken Ali Rıza'yı çeviriyorlar. Ve 'nereden
geldin, abin nerede?' gibi sorular sormaya
başlıyorlar.
Onlara cebindeki çakı bıçağıyla saldırarak yanıt
veriyor. Polislerden (komiser olanın) birinin göğsünü çizdiriyor. Polisler
hazırlıklı olduklarından Ali Rıza'yı etkisiz hale getirip karakola götürüyorlar.
Orada yerimi söyletmek için yapılan işkenceler karşısında yanıtı hep aynı
oluyor: "Evet abimle görüşüyorum, yerini de
biliyorum. Ama size söylemiyorum" O günün sabahına kadar gördüğü işkence
karşısında yanıtı hep aynı oluyor. Gündüz savcılığa çıkarılıyor. Polise saldırmaktan
tutuklanıyor. 1 aya yakın tutuklu kaldıktan sonra dışarı çıkıyor. Faşist
saldırılar bu arada kat be kat artmaktadır. Alevi ve Sünni halkın birlikte
yaşadığı her yerde faşistler katliamlar tezgahlamaktadır.
Merzifon da böyle Alevi Sünni halkın birlikte yaşadığı bir yerdir. Ancak Devrimci
Sol'un faşist odakları dağıtma eylemleri sayesinde Merzifon'da bu tezgahı kuramıyorlar. Bu tezgahı
bozanların en başında da Ali Rıza geliyordu. Yaşının küçük olmasına rağmen,
ataklığı, cesareti ve'cüretiyle hem mahalle halkının,
hem de diğer solun güvenini ve sevgisini kazanmıştı. 12 Eylül gelince, gözalttna alındı. 3 aya yakın Merzifon Hava Üssü'nde,
Suluova Et Kombinası'nda yoğun işkenceli sorgulardan geçirildi. Ancak tek
kelime bile ifade alamadılar. Bu yüzden işkenceci bazı subayların da takdirini
kazanmış. 2 yıla yakın kaldığı bu tutukluluk süresi içinde onun istediklerini,
12 Eylül genelgelerine rağmen karşılamaya çalışmışlardır. 2 yılın sonunda da
tahliye olup, okuluna kaldığı yerden devam edip, liseyi bitiriyor, aynı yıl
İ.Ü. Edebiyat Fakültesi'ni kazanıyor. Ailemizin ekonomik durumu çok zayıf
olduğundan İstanbul'da hem çalışıp, hem okumak zorunda kalıyor. İlk aylar
Beyazıt'ın bitli-pireli otellerinde kalırken, daha sonra Ali Aygül'le birlikte kalmaya başlıyor. Bu yıllarda ben de
cezaevinden çıkmış, askere gitmiştim. Ali Rıza o olanaksızlıklar içinde hem
çalışıyor, hem de evin ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra bana da para
gönderiyordu.
Askerliğim bittikten sonra ben de İstanbul'a onun
yanına gittim. Ali Rıza, Ali Aygül, Hamdi Aygül hep beraber kalıyorduk. Ali Rıza bu sırada İstanbul dışına
pazarlamacılığa çıkıyordu. O pazarlamada iken polisten operasyon yiyip, Ali,
Hamdi ve ben gözaltına alınmıştık. Bir gün sonra Hamdi ile ben bırakıldık. Evin
polis denetiminde olduğunu düşünerek eve gitmedik. Ali Rıza'yı bulup, ayrı bir
eve taşındık. Bu evde kalırken ben tutuklandım. Ben tutuklandıktan sonra Ali
Rıza'da pazarlamacılığı bırakıp okuluna devam etmeye başladı. Kısa süre içinde
öğrenci hareketinin önderlerinden biri haline geldi. 1 Aralık Basın Yayın
Yüksek Okulu işgalinin baştan sona yöneticisi, savaşçısıydı. Panzerin üzerine
attığı molotofun yanışını anlatırken gözleri
parlardı. O gün polis çemberini yarıp kurtuluşunu arkadaşları gıpta ederek
anlatırlardı. Bu işgal eyleminden sonra da DEV-GENÇ'in
bütün eylem ve forumlarında hep önde yer aldı. Bu yüzden polisce
de öldürülmek istendi. Bir kez okul çıkışında kurşunladılar. Ama o
soğukkanlılığı ve ataklığı sayesinde kurtulmayı başardı, Daha sonra bir çanta
dolusu pankartla kaçırılıp kaybedilmek istendi. 3 gün boyunca gözaltında olduğunu
kabul etmediler. En son Güneş Gazetesi aracılığıyla gözaltında olduğunu kabul
ettirebildik. Burada da çok yoğun işkence görmesine rağmen ifade alamamışlardı.
Bu gözaltından sonra bir süre tutuklu kaldı. Dışarı çıkınca evde yalnızca 1
gece kaldı. Ondan sonra bazen gündüzleri evde ya da başka yerlerde görmemize
rağmen çoğu zaman görüşemezdik. Ancak ben de ailemiz de biliyorduk ki, o halkı
için mücadele ediyor. Onun için hiç sormazdık nerede olduğunu. Çocukları çok
sever, gittiği yerde çocuk varsa, elinde yol parası dışında parası yoksa bile,
o parayla çocuklara çikolata vb. alır, gideceği yere yürüyerek giderdi. Benim
evlenip, çocuklarımın olmasını çok isterdi. "Haydi
biraz çabuk ol da, bana 'amca' diyen yeğenlerimi de göreyim" derdi.
Ablamın çocukları da onu çok severlerdi. En küçük yeğenimiz 1993 yılında dayısı
Aydın Cezaevi'nde yatarken bir şiir göndermişti. Şiir şöyleydi:
"Bir arslan yatar
Aydın cezaevi'nde
boyun eğmemiş bugüne
dek kimseye
boşuna değil çektikleri acı;
katlandıkları işkence
o ve tüm yoldaşlarıyla canlarını
koydular
bu umuda
her şeyi bizler için yaptılar
gelecekte şimdiki gibi
ezilmememiz için
(-)"
Şiirde küçük yeğenimizin de söylediği gibi, o
şimdiye dek kimseye boyun eğmedi. Acılar, işkenceler gördü. Ancak hiç
yenilmedi. Tüm gücüyle savaştı. Savaşmak için Buca zindanını yarıp çıktı. O'nu
alçakça katlettiler, ancak yenemediler. Kısaca söylemek gerekirse; halkımız
yiğit bir önderini, komutanını şehit verdi. O birçok kişiye de ad olacak, onun
yiğitliği ve kahramanlıklarını dinleyerek büyüyecek çocuklarımız. Onu
katledenler ise yoldaşlarının namlularından kaçamayacaklar...
***
Melek Kurt (Annesi)
“Yiğidimin Elinde bir silah olsaydı
da...”
Bana olmadık hakaretler, olmadık küfürler ettiler.
Hayatımda duymadığım küfürler ettiler bana. Başımı eğemediler. Ben 9 çocuk
anasıyım," ama bu sadece fiziki olarak böyle. Bütün çocuklar benim çocuğum
dedim. Benim çocuğum insanlık için öldü dedim. Benim çocuğum dürüst insanların
ağa-beysi, kardeşi, yoldaşı, benim oğlum mutlu bir dünya kurmak için
çabalıyordu. Nefsi için, yer için, zorbalık için çalışmıyordu. Benim oğlumu
kancıkça, kalleşçe öldürdüler, ama benim oğlum ölmedi. Benim oğlum ölmeyecek
yaşadığım sürece...
Benim ayağım burkuldu, ayakkabım çıktı, köpek önüme
ayakkabımı attı "Al orospu ayakkabını giy" dedi.
Ben aldım ayakkabımı giydim, Ben orospu değilim dedim,
ben 9 çocuk anasıyım, babası da belli, ben de belliyim, ben o lafı senin anana
da söyleyemem ama sizin gibilerin anasıdır dedim. Benim anamı ağzınıza
alamazsınız dedi. Bir tane indirdi, seni dirim dirim
ederim, parçalarım dedi. Yaparsın her hareketi yaparsın dedim, senden umulur
dedim, ama benim oğlum senin anana yapmazdı bunu dedim. Bana, bu katili
doğuracağına taş do-ğursaydın dediler. Biri de o
oğlundan gurur duyar dedi. Gurur duyuyorum, benim oğlum o dedim, insanlık
namına öldü dedim, benim oğlum doğru yoldaydı dedim, sizin gibi kalleşçe
yaşamadı dedim. Her türlü hakareti, küfür ettiler bana, 3 kızıma da aynını
yaptılar. Onlara da küfürlerde hakaretlerde bulundular. Sizin çocuklarınız bizi
sevmiyorlar dediler. Ben de, elbette sevmezler dedim, bizi bile durduğunuz
yerde dövüyorsunuz dedim. Ne dövmesi vurmuyoruz, diye alay ettiler. Ben hiçbir
zaman korkmayacağım, yılmayacağım. Ben çocuğumun mücadelesini yapacağım. Benim
oğlumun adını çocuklara koyacaklar.
Bir de bir cemevinin
başkanımıymış neymiş, bizim oğullarımızın cenazelerinin cemevlerine
alınmaması gerektiğini söylemiş. Orası peygamberinmiş. Hayır gideceğiz. Cemevi benim, bu topraklar da benim. Her yer bizim. Bu topraklar
insan olanların toprağı, insan olmayanların toprağı değil.
(Ali Rıza Kurt'un Ağabeyi ve annesinin anlatımları, 5 Ağustos 1995
tarihli zafer yolunda Kurtuluş dergisinin 4. sayısında yayınlanmıştır.)
Bergama Hapishanesinden 20 Yaşındaki
Bir Yoldaşının Anlatımı:
Kendisini 95 yılının Mart ayında hapishanede
tanıdım. Her zaman insanı etkileyen bir havası vardı. Yürüyüşü, konuşması,
kendine güvenli duruşu insanı kendi başına örgütlemeye yeterdi.
Birgün arama sırasında kameralı
bir kişinin kendisiyle röportaj yaparken sorduğu soruların nasıl aldatmacalı
olduğunu bize anlatmıştı. Kendisine sorulan "Türkiye Hapishanelerinde mi
kalmak istersiniz, yoksa yabancı ülkelerdeki hapishanelerinde mi kalmak
istersiniz" sorusuna "hiç farketmez" yanıtını
verdiğini söylemişti. Sebebini de şöyle açıklamıştı :"Eğer yabancı ülke
hapishanesinde kalacağımı söylersem, bak P-C'nin
komutanı rahat bir cezaevinde rahat yaşamak istiyor deyip bizi farklı yansıtacaklardı...
Eğer Türkiye hapislanelerinde kalacağımı söyleseydim,
bunu da şöyle yansıtacaklardı' Bunlar hapishanelerde rahat yaşıyorlar ve burada
kalmak istiyorlar' diyecekti. Yaşanan hak alma eylemlerini boşa çıkarmaya
çalışacaklardı. Bu yüzden 'hiç farketmez'
dedim."
Her zaman etrafındaki insanlara bir şeyler vermeye
onları eğtmeye çalışırdı. Birgün
sohbet ettiği arkadaşlara Kır Gerillası ve Şehir Gerillası hakkında şunları
söylemişti; "Birisi düşman takibinde bir kayanın arkasına gizlenir, birisi
de bir sokağın köşesinden dönerek izini kaybettirir" demişti.
Her zaman pratik ve zekice düşündüğünü hataları hiç
sevmediğini konuşmalarından anlardınız.
25.05.1998
BERGAMA
***
Bergama Hapishanesinden 23 yaşındaki
bir yoldaşının anlatımları:
92 yılının Kasım ayında tutuklanarak Buca
Hapishanesine gittim. Koğuşa gittiğimde tüm yoldaşlar 36 gündür açlık
grevindeydi. İçeriye girdim, sarılıp, biraz sohbet ettikten sonra bana “seni
komutan çağırıyor 6 koğuşa git” dediler. Gittiğimde pos bıyıklı, sert bakışlı
ama bir o kadar da rahat konuşan birisiyle karşılaştım. Biraz sohbet ettikten
sonra bana hemen koğuşun kurallarını saydı ve yaşamı anlattı. Disipline önem
verdiği bu konuda hiç taviz vermeyeceği açıktı. Bana yaşımı sordu ve "18
yaşından küçüklere sigara içirmiyoruz, senin de yaşın küçük olduğu için sana da
veremeyeceğiz" dedi. Bir süre sonra Açlık Grevi zaferle sonuçlandı ve
halaylarla, marşlarla kutlandı. Zafer sonrası yapılacak Metris pastasını
Komutan kendi elleriyle yaptı. Aynı şekilde her Açlık Grevi sonrası yapılacak
çorbayı kendisi yapar yoldaşlarına çok önem verirdi.
Ondaki yoldaş sevgisini görmek beni çok etkilemişti.
İlerleyen günlerde daha sıcak bir ilişki kurduk ve ben de iyice Hapishaneye
alıştım. Komutanın sürekli işi oluyor ya avukat ya diğer koğuşlara gidiyor
fazlaca göremiyordum. Ben onu ne zaman havalandırmada tek başına görsem hemen
yanına koşuyor, fırsat bu fırsat iki volta atayım diyordum. Sohbeti çok
doyurucu, motive edici ve devrime bağlayıcıydı. Espri yapmasını çok severdi
fakat eğer kızmışsa yanına yaklaşmak zordu. Özellikle maçlarda kahkahası
ortalığı çınlatırdı. Bunun yanında görüşlerde onunla konuşup etkilenmeyen aile
yoktu. Aileleri öyle etkiliyordu ki tüm aileler kendi görüşçüsünden önce
Komutan'a bakıyordu. Abim de o zamanlar sürekli
görüşüme geliyor Komutanla görüşüyordu. Komutan da onunla sohbet ediyor, eline
bir Mücadele Gazetesi vererek gönderiyordu. Kısa bir süre sonra abim de artık bir Devrimci Sol'cuydu. Abim
daha sonra Hapishaneye girerek 21 Eylül Buca katliamında gazi oldu.
Komutan sabah sporlarını hep kendisi yaptırır,
kaçmak isteyenleri ise affetmezdi. Gelir başına dikilir ve spor kıyafetlerini
giyindirerek çıkarırdı.
... Dört ay yattıktan sonra tahliye oldum ve polis
tarafından gözaltına alındım. Polis bana sadece Komutanı soruyor ve onun hapishanede
olduğunu bildiği halde isminden dahi korkuyordu. Ali Rıza Komutan'ın hala
ailem, çevrem ve bendeki etkisi büyüktür. Küçük yeğenim görüşüme her geldiğinde
komutanı anlatarak bitiremez.
***
"DEVRİMCİ
SOL SAVAŞÇISIYIM SİZE VERECEK HİÇBİR
ŞEYİM
YOK"
"Abimle görüşüyorum, yerini de biliyorum. Ama size
söylemeyeceğim".
Bu sözler Ali Rıza Kurt'un henüz 15 yaşındayken
işkencecilere verdiği cevaptır. İşkenceciler Ali Rıza'nın önünü kesip yoldan
gözaltına alırlar. "Abin nerede ?" sorusuna
Ali Rıza üzerinde bulunan çakı bıçağıyla cevap verir. Abisinin yerini söylemek
için sabaha kadar uğraşırlar ama onun verdiği cevap tektir. Bu cevap Ali
Rıza'nın bütün yaşamının ve kişiliğini belirler.
12 Eylül cuntasının en ağır işkencelerine karşı
direnir bu genç beden. '80 döneminde Merzifon Hava Üssü'nde 3 ay süren
işkenceli sorgular ona boyun eğdiremez. Ali Rıza tutuklanıp 2 yıl hapis yatar.
Tahliye olduktan sonra okuluna devam eder ve liseyi bitirir. Daha sonra
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ni kazanır. Kısa sürede Dev-Genç
yöneticilerinden biri olur. '90 atılım yıllarında, Dev-Genç'in örgütlediği her
eylemde Ali Rıza yönetici olarak yerini alır.
Ali Rıza İstanbul Üniversitesi merkez kampüsündeyken bir haber gelir. Faşistler Basın Yayın
Yüksek Okulu'nu basmıştır. Hemen yoldaşlarını alıp okula gider. O ana kadar
Hamiyet tek başına faşistlere tavır almıştır. Ali Rıza'nın da gitmesi ve
müdahalesiyle 1 Aralık İşgali başlatılır. Ali Rıza direnişte en ön saflarda
olmanın yanısıra yoldaşlarına pankart ve molotofların hazırlanmasını öğretmesiyle de bir
öğretmendir.
Bir Dev-Genç'linin ataklığına, cesurluğuna,
militanlığına ve soğukkanlılığına sahiptir. Bu yanlarından dolayı polisler onu
özellikle hedef seçmişler. Hatta bir forum sırasında üzerine ateş açmışlar; Ali
Rıza ataklığı sayesinde vurulmaktan kurtulmuştur.
Ali Rıza Yeni Çeltek katliamını protesto eyleminde
otuz pankartla yakalanır. Yine direnişiyle düşmanı rezil eder. Düşman
gözaltında bulunan diğer insanları etkilememesi için hücrede onu herkesten ayrı
tutar; insanlarla konuşturmamak için ellerinden geleni yaparlar. Bu gözaltından
sonra Ali Rıza tutuklanır ve kısa bir süre sonra yine tahliye olur.
Tahliye olduktan sonra daha büyük görevlere talip
olur. O, artık bir SDB savaşçısıdır. İstanbul'da başarılı birçok eylemin içinde
o da vardır. '91 yılında Eskişehir SDB Komutanlığına atanır. Yine aynı yıl
İzmir SDB komutanlığında görevlendirilir. Ali Rıza ve yoldaşları görev yerleri
olan İzmir'e yeni gelmişlerdir ve yerleşmeye çalışmaktadırlar. Önce ev
tutmaları gerekir. Ali Rıza ve Hamiyet bir emlakçıya
giderler.
- Ev mi arıyorsunuz? Yeni evlisiniz galiba, diye
sorar emlakçı. Onlar da bu senaryoyu devam ettirir.
Ve emlakçıyla sohbet etmeye başlarlar. Sohbet
uzadıkça uzar. Bir ara emlakçı;
- Ben emlakçılık yapacak adammıydım çocuklar. Eskiden polistim. Adamın biri sorguda
ölünce bu işi yapmak zorunda kaldık işte, diyerek işkenceci, katil yüzünü açığa
vurur. Bunun üzerine Ali Rıza belli ettirmeden sohbeti özellikle uzatmaya
çalışır. Polisin adını ve işkencede kimi katlettiğini öğrenir. Polisin adı
Ahmet Kaya'dır ve yoldaşımız Ömer Aydoğmuş'un
katilidir. Önce silahını çekip işkenceciyi cezalandırmayı düşünür. Ama önce
hareketi bilgilendirip, onay almak gerekmektedir.
Hemen hareketten izin isterler. Bu arada da boş
durmazlar. Eylemi planlayıp, istihbaratı iyice netleştirirler. Arada bir de emlakçıya uğrayıp, şüphe uyandırmamak için dostmuş gibi bir
izlenim yaratırlar. Hareketten bekledikleri izin nihayet gelir. Ertesi gün,
sabah gidip hesabı bitireceklerdir.
Emlakçı dükkanı
açmış, masada oturmaktadır. Ali Rıza ve Hamiyet arka arkaya girerler içeriye. İşkenceci
her zamanki gibi ayağa kalkıp ;
- O hoşgeldiniz, diye
karşılar onları.
- Bu defa
hoş gelmedik. Bu sefer eski bir hesabı görmeye geldik işkenceci. Ömer'i
katlederken de böyle sırıtıyor muydun şerefsiz? Bugün yoldaşlarımızın hesabını
sormaya geldik,
der ve basar tetiğe Ali Rıza.
O, bir yönetici, komutan ve savaşçıdır. Halkın
adaletini uygulayan ve hesap sorandır. 15 yaşında gözaltında direnirken, bu halk
düşmanına silahını doğrulturken onu belirleyen yan faşizme duyduğu kin savaşma
isteği ve inatçılığıdır. Bu yanları sonraki süreçlerde yaşamını ve olaylara
karşı koyduğu her tavrını etkileyen yanlarıdır.
Yine tarihe geçecek bir eyleme imza atacaklardır. Ve
yine yanında Hamiyet vardır. İşkencecilerin cezalandırılması eylemine giderler.
Silahlarını çekip ateş etmeye başlarlar. Halk düşmanlarının karşılık vermesi
üzerine çatışma başlar. Hamiyet yaralanır. O, Hamiyet'i yaralı düşmana bırakmak
istemez ve götürmeye çalışır.
- Dayan Hamiyet, kendini bırakma, yaslan omuzuma, birlikte çıkacağız. Daha kaç eylem yapacağız dayan.
Sen ki onlarca faşiste meydan okudun hadi kalkmaya çalış yoldaşım, der Ali
Rıza.
- Beni bırak sen git komutanım. Sen halkımıza
lazımsın, cevabını verir Hamiyet.
Evet Ali Rıza bir komutandır.
Savaşçıları ona güven duyar. Hamiyet, savaşı sürdüreceği inancıyla
"git" der Ali Rıza'ya. Ali Rıza, Hamiyet'i bırakmaz. Çünkü o
yoldaşıdır ve hareketinin kendisine emanetidir.
İşte bu, yoldaşlıktır. Bu, yoldaşını koruma, kollama
isteğidir. İkisinin birbirlerine verdiği bu cevapta yoldaş sıcaklığı, yoldaş
sevgisi ve vefa vardır. İkisi de orada, o yerde birbirlerine yaşatmak için
canını verecek denli fedakardırlar.
İşkenceci katiller Hamiyet'i katlederler. Ali Rıza
ise yaralı olarak yakalanır. Direnmemesi için ellerini arkadan kelepçelerler.
Ama o bu durumda bile zafer işareti yapacak kadar direngendir. Ali Rıza'nın bu
resmi gazetelerde çıkar ve bu resim belleklere kazınan bir direniş sembolü
olur. Hemen yaralı haldeyken şubeye götürülür.
Şimdi Ali Rıza için Hamiyet'in direngen tavrına yeni
halkalar ekleme zamanı gelmiştir.
- Konuş, der işkenceciler, en acımasız, en hayasız işkenceleri yaparlar.
- Devrimci Sol savaşçısıyım. Size verecek hiçbir
şeyim yok, der Ali Rıza ve ağzından başka söz çıkmaz. Çünkü o sözüne sadık, ser
veren ama sır vermeyen Devrimci Sol savaşçısıdır. O, Devrimci Sol'un direnme
geleneğinin şubede boy verecek bir tohumudur. Bunun için direnir. İzmir
polisine, işkencecilere unutamayacakları derslerini verir.
Fiziki işkenceyle sonuç alamayan işkenceciler bu kez
de psikolojik işkenceyle sonuç almaya çalışırlar. Ve 16-17 Nisan katliamını
kullanarak , "bitirdik oğlum sizi. Dayınız, Sinan Kukul'unuz,
hepsini öldürdük" derler. Ali Rıza'nın cevabı yine hazırdır " bizi
hiçbir zaman bitiremezsiniz. Bu ülkeyi size dar edeceğiz." der.
Evet, Devrimci Sol bu ülkeye kök salmıştır. Usta
ellerle atılmıştır bu hareketin temeli. Destanlar yaratanlar vardır, Ali Rıza
gibi. Kuşatmalarda umudun adı kanla yazılmıştır duvarlara. Bu hareketi
bitirecek bir güç yoktur. Çünkü halkın içinden çıkmış, halkla bütünleşmiştir
Devrimci Sol. Bunu bilir ve inanır Ali Rıza.
Daha sonra tutuklanarak Buca Hapishanesine
gönderilir. Artık hapishanelerin de bu cesur yüreğin, eğilmeyen başın
direnişine tanık olma zamanı gelmiştir.
Darbe ihanetinin yaşandığı yıllarda Buca
hapishanesindedir Ali Rıza. Darbecilik ihanetine tereddütsüz tavır alır.
Hareketi ve önderliği sahiplenir.
Ali Rıza'nın hapishane hayatında birlikte özgürlük
tutkusu da başlar. Daha hapishanedeki yaşamı bir yılı doldurmadan 23 metre
uzunluğunda bir tünel çıkar. Ali Rıza bu tünelin ustasıdır. Ama patlak vermesi
onun özgürlük tutkusuna engel olamaz. Çıkan bir açıklamada, "Bir gün
mutlaka dağlarda, kentlerde ama mutlaka cephelerde görüşeceğiz" sözü
vardır. Savaşa ve özgürlüğe sevdalı bir beyinden çıkmıştır bu söz. Bu Ali
Rıza'dır.
Tüneli bulan düşman Buca Hapishanesi'nde terör
estirir. İçlerinde Ali Rıza ve Ölüm Orucu şehitlerimizden Müjdat Yanat'ın da bulunduğu 6 kişi hücrelere atılarak tecrit
edilir. Ve bu saldırının karşısında aldıkları tavır yine Ali Rıza'ya yaraşır
tavırdır. "Yoldaşlarımızın yanına gidene kadar açlık grevine gidiyoruz"
Bir gün mutlaka sözü gerçekleşmeliydi artık. Temmuz
'95'te bir kez daha özgürlük eylemi örgütlenir. Bu defa eylem başarıyla
sonuçlanır. Ve üç yoldaşıyla duvarları aşarak özgürlüğüne kavuşur. Düşman onca
önlemlerine rağmen Ali Rıza'nın özgürlüğe kavuşmasını engelleyememiştir.
Düşman kinli, öfkeli ve korkmaktadır. Daha üç yıl
önce hapse atarak "kurtulduk" diye düşündükleri Ali Rıza dışarıdadır.
Bu korkuyla sağa-sola azgınca saldırmaya başlarlar.
Hapishanede kalan yoldaşlarına, onu seven halkına saldırırlar. Operasyon
üzerine operasyon yaparlar.
27 Temmuz gecesi Ali Rıza'nın kaldığı ev düşman tarafından
kuşatılır. Ali Rıza silahsızdır. Ama düşman pervasızdır ve çareyi Ali Rıza'yı
katletmekte bulur.
Çünkü Ali Rıza işkencehanelerde
işkencecileri dize getiren, hapishanelerin faşist yönetimlerine direnişlerle
boyun eğdirenlerdendir. Buca Hapishanesi'ni savaşın bir mevzisi haline
getirilmesinde onun emeği tartışılmaz. Dev-Genç'in militan önderi, SDB'lerin yiğit komutanı hapishanede de bu misyonla hareket etmiştir. Mahkemelerde Ali Rıza yargılanan
değil, yargılayandır.
Herkes tanıyordu onu. Kimileri
hiç yüzünü görmemişti. Ama herkes adını duymuştu. "Yaralıyken zafer
işareti yapan komutan"dı o. O, yarattığı kahramanlıklarla halkımıza
tanıtmıştır kendini. Çoğu zaman birçok kişinin sohbetlerinde "Ali Rıza da
vardı o işgalde. Onun olduğu yerde bambaşka olurdu eylemler", “Ali Rıza
Kurt gibi olacak benim oğlum" şeklinde konuk olmuştur Ali Rıza.
Dolu dolu bir yaşamdır Ali
Rıza'nın yaşamı. Ve bu yaşama layık bir biçimde şehit düşmüştür.
"Ali Rıza yarın geliyor. Nurtepe'ye
haber veremedik" diye üzülüyordu Senem yoldaşı. (Senem Adalı) "O
haberini kendisi verdi üzülme" diyordu Muharrem yoldaşı (Muharrem
Karakuş). Doğruydu Ali Rıza'nın şehit düştüğünü öğrenen her mahalli birim
çoktan hazırlığını yapmış, duvarları sloganlarla donatmış, gelmesini
bekliyordu. Düşman da görmüştü bu sahiplenmeyi. O da yapmıştı hazırlıklarını.
Ertesi gün azgınca saldırdı cenazeye katılan kitleye. Çünkü korkuyorlardı, Ali
Rıza'nın dirisinden korktukları gibi ölüsünden de. "Senin oğlun katil"
diyorlardı Melek anaya işkence yaparken. Ve haykırdı Melek ana, katil sürürünün
yüzüne, "Yiğidimin bir silahı olsaydı yanaşamazdınız O'nun yamacına.
Oğlumla gurur duyuyorum. Katil sizsiniz" diye. Ve şimdi yükseltiyor yeni
Ali Rızalar devrim bayrağını. Ve şimdi Ali Rıza "Dağlarda, kentlerde,
cephelerde" savaşan yoldaşlarıyla omuz omuza.